31 Ocak 2011

Ben Editör Oldum



YANN TIERSEN - DEJA LOIN

10 yıldır çalışmakta olduğum firmada geçirdiğim en stresli, en gergin, en yoğun ve en yıpratıcı aydı 2011 yılının Ocak ayı. 7 yıldır aynı odada çalıştığım bir iş arkadaşım hakkında ortaya çıkan şok edici gelişmeler ve devamında yaşanan ve sonu gelmeyen gelemeyen kaoslar.. Resmi açıklamalar henüz yapılmadığı için, bu konu hakkında herhangi bir yorumda bulunmamın doğru olmadığını düşünüyorum.. Oysa içimde yazmak için şiddetli bir sel akarken.. Şimdilik yazmak istediklerimi erteliyorum.
Öyle anlar oldu ki ilk defa ciddi derecede istifa etmeyi düşündüm. Hatta işsiz kalıp evde oturmayı bile göze alarak girişiminde bile bulundum. Fakat Yönetimin tutumunun düzelmesi üzerine hala çalışmaya devam ediyorum. Yine de “yarın ne olacağı bilinmez” zamanlar.
Bu kaosların; bir yılın kapanışı, yeni bir yılın açılışı gibi ekstra yüklerin bindiği muhasebenin en yoğun dönemi olan Ocak ayında yaşanmış olması ise içine düştüğümüz durumu daha da zorlaştırdı. Oluşturulan “acil eylem planı” çerçevesinde yıllar sonra yeniden bol mesaili çalışma temposuna dönmek zorunda kaldım.
Kısacası berbat bir ocak ayıydı.


Tüm bu kaosların en hararetli günlerinden birinde, harika bir gelişme oldu. Bir süredir haber beklediğimiz bir teklife olumlu yanıt verilmişti ve ben birdenbire pat diye editör oluvermiştim. Editör!Nilüfer Turizmin eskiden GEZGİN adında bir dergisi vardı. Otobüs koltuklarının arkasında duran, isteyenin göz atıp okuduğu, isteyenin alıp götürdüğü dergi. Sonra bu dergi işi yürümemiş ve bırakılmıştı. Zaten otobüslerde de her koltukta özel Tv dönemi başlamıştı. İşte yaklaşık olarak 2 yıl aradan sonra bu dergiye yeniden can vermeye çalışacağız. İlk deneme sayımız, bir aksilik olmazsa Mart ayında çıkacak. Gerçi derginin tamamını 1 hafta gibi kısa bir sürede oluşturmak zorunda kaldık ama “Oldu bu iş” denirse bu ilk dergiden sonra, önümüz açık olsun diyeceğiz biz de kendimize :)

Bir sürü yolcuya ulaşabilecek olmanın heyecanı var içimde.. Belki de hiç okumayı sevmeyenlere bile birkaç sayfa okutabileceğimize dair olan inancım var içimde.. Yolculuk gibi en özel, kendi içleriyle baş başa kaldıkları o anlarında insanlara keyifli dakikalar yaşatabilme umudu..

Editör olduğumun haberi gelince, benden çok acil olarak bir özgeçmiş istediler. Ama mevcut işime odaklanmayan, yazma hayatıma odaklanan bir özgeçmiş istediler. Benim bloglarım dışında bir yazı hayatım yoktu ki, ne yazacaktım ?? Evet 5 yıldır istikrarlı bir şekilde yazdığım birkaç blogum ve içimdeki durdurulamaz yazma aşkı dışında ne vardı ki yazabileceğim. Hayat hikayeni anlat dediler. Gerekirse yazma başarılarını abart dediler :)
Ben de oturdum acil tarafından bir özgeçmiş oluşturdum o gece :) Aşağıya aynen kopyalıyorum..


"1976 yılında Balkan dağlarının en sıcak mevsiminde doğdum. Tam bir Türkiye aşığı olan babamın 2 sene süren uğraşları sonucunda kendi ülkemize, güzel İzmir’e göç ettik. İlkokulu İzmir’de okudum ve hemen akabinde Bursa’ya taşındık. Orta öğretimimi ve liseyi Bursa’da tamamladım. Aklım İzmir’de öyle bir kalmış ki, üniversite sınavında tek yazdığım şehir orası oldu. 9 Eylül Üniversitesi’nde Jeoloji Mühendisliğinde okumaya başlayınca anladım bir mühendis olamayacağımı ve yeniden sınava girip Uludağ Üniversitesinde o zamanlar yepyeni bir bölüm olan İşletmeyi kazandım. Ama İzmir’den de elim boş dönmedim, artık bir kocam vardı. Evli okuyamazsın diyenlere inat, İşletmeyi 4 yılda, çok iyi bir derece ile ve 9 aylık hamile olarak bitirdim. Diplomadan 15 gün sonra hayatımın güneşi kızımı aldım kucağıma.
Sonrası aslında herkesin hikayesi gibi oldukça tanıdık.. Askerlik halledilir, işler bulunur, ev sorunu çözülür, araba alınır.. Gündüzleri yoğun bir iş temposu, akşamları büyüyen tatlı kızın eşliğinde sakin bir aile hayatı ve uyku.. Coşkuların farkında bile olmadan sönüp gittiği bir yaşam..
Günler böyle geçip giderken, monotonluğun sürüklediği uçurumun kıyısındayken ani bir uyanışla kendimi aramaya başladım.. İçimde girmediğim sokak, açmadığım kapı, kurcalamadığım karanlık köşe bırakmadım.. O coşkulu, tutkulu, kıpır kıpır olan kızı aradım. Nereye saklamıştım bunca zaman onu? Bulmak kolay olmadı. Sorumluluklarımın tüm hayatımı kapladığı yıllar içinde coşkulu kızdan vazgeçmişim çünkü. Tıpkı yazmaktan, okumaktan, filmlerden ve müzikten vazgeçtiğim gibi.. Farkında bile olmadan.
İşte tam bu noktada girdi hayatıma yazmak yeniden.. Vazgeçtiğim benliğimi bulmaya çalışırken.. Yazmaya başladım.. Yazmazsam ölecektim.. Yazdım.. Yazdım ve yaşama geri döndüm. Tam ortasına, içine. Yazmak, okumak, izlemek ve dinlemek hayatıma geri dönerken bir de görüntülemek de geldi peşlerinden. Evet görüntülemek.. Fotoğraf çekmek.. Anları sonsuza kadar dondurmak.. Bakmak değil görmek önemli diyordum kendime, görmeyi öğrenmeye çalıştım.
Ama bir şey hep eksikti.. Evet yazıyordum, okuyordum, izliyordum, anları dondurup fotoğraflıyordum, dinliyordum ama eksikti işte bir şeyler.. Sonunda onu da buldum. PAYLAŞMAK.. Asıl problem buydu. Sahip olduklarınızı paylaşmadığınızda tadı hep buruk kalıyordu.. Gördüklerimi göstermek istiyordum. Kelimelerimi göstermek istiyordum.. İçimdeki müziği duyurmak istiyordum.. Yüreğimin odalarındaki pencereleri açmak.. Çünkü her şey paylaşılınca anlamlanıyordu aslında. Okuduğum o güzel kitabı anlatınca, yazınca, başkalarına da akıtınca anlamlanıyordu.. İzlediğim o güzel filmi paylaşabildiğimde kavuşuyordu içimde gerçek anlamına.
Hayatı paylaşmak üzere beraber çıktığımız yolda aslında bir şey paylaşmadığımızı görünce önce yol arkadaşımdan ayrıldım, boşandım. Aynı dönemlerde Blog yazma fikri böylece çıktı ortaya.. Paylaşmak içindi her şey.. Blog sitelerinin daha henüz adının bile duyulmadığı ilk yıllarda , evet dedim kendime. İşte ihtiyacın olan şey bu. Yaz ve herkesle paylaş.
Kızımla olan muhteşem hayatımızdan ve Rakamların kapladığı iş hayatımdan kalan tüm zamanımı neredeyse okumaya ve yazmaya ayırıyorum.
5 yıldır düzenli yazıyorum 7.Oda da..
Yaşadıklarımı yazıyorum. Gidip gezip gördüğüm yerleri yazıyorum. İzlediğim filmleri, okuduğum kitapları yazıyorum.. İçimdeki müziği yazıyorum.. Çektiğim fotoğrafların kelimelerini yazıyorum.. Adamları, kadınları, ilişkileri yazıyorum.. Evliliği ve boşanmayı, boşanma sürecinde ve sonrasında kadınların yaşadığı sıkıntıları yazıyorum. Aşkı yazıyorum tutkuyla. Kelimeleri seviyorum. Kendime has, akıcı ve samimi bir dilim var. Yıllardır beni okumaktan bıkmayan, ben düzenli olarak haftada bir yazı yazsam bile, sitelerimi her gün ziyaret eden okuyucularım var. Öyle ki bir okuyucum 4 yıllık tüm yazılarımı toparlamış, fotoğraflarıyla birlikte matbaa basımı bir kitap haline bile getirmişti geçtiğimiz yıl. 300’e yakın kayıtlı okuyucum, bir o kadar da kimliği belirsiz okuyucularım var.. Google arama motorunda 7.oda’nın sağlam bir önceliği var. Ve bunu da sadece yazım gücü sayesinde başardı.
Sinema yazılarımın çok iyi olması sebebiyle Sinemaximum’dan gelen teklife de evet demiş ve kapanana kadarki sürede orada da yazmıştım.
Yine 4 yıldır aralıklı dönemlerde anneliği yazdığım 1.Oda var. Bir çocuk büyütmenin zorluklarından eğlencesine kadar, küçük detaylarla ve bir sürü fotoğrafla süslenmiş rengarenk bir site.
Hala yazmaya devam ettiğim bir kitabım var.
7.oda, yazım başta olmak üzere, içine fotoğrafı da alarak markalaşma yolunda gidiyor diyor pek çok arkadaşım.. 7.oda kartpostallarından sergilenen fotoğraflarına, adına basılan kitaptan tişörtlerine kadar.. Ama aslında hepsi 5 yıldır yazdığım kelimelerin gücü sayesinde..
Evet bir zamanlar yazmazsam ölecektim.. Şimdiyse yazmazsam nefes alamıyorum. Yazmazsam hep eksiğim. Yazmak benim yaşam şeklim.. Bir kısa özgeçmiş yazmak için oturduğum şu anda bile kelimelerim durmak istemiyor. Ve ben ancak bu kadar kısa yazabildim. Benim yazacağım özgeçmiş de işte ancak böyle 7.oda tarzında olur :)
Sevgiyle.”


:) Okuduklarında muhtemelen gülümsemişlerdir değil mi bu özgeçmişimi :) Ben bile okudukça gülüyorum çünkü.

Öyle böyle derken, bize verilen bir hafta gibi kısa bir sürede toparladık ve 100 sayfalık bir dergi oluşturduk. Ama arkadaşlarım olmasa çok zordu bir haftada tamamlayabilmek. Gerek yazılarıyla, gerek fikirleriyle, gerek yardımlarıyla, gerekse beni motive etmeleriyle bana çok fazla destek olan başta Ömür’e sonra da Banu’ya Mel’e, ve Erdem’e ve canım aileme bir kez daha çok teşekkür ediyorum.

Biz bu işi başarırız değil mi :)

24 Ocak 2011

Koleksiyoncu

.
Bu yazı The Collector filmi hakkında bilgi içerir.



Black Label Society - Mass Murder Machine


Düpedüz kötü bir film..
“Testere filminin senaristlerinden” ibaresine aldanıp da zamanınızı harcamayın boş yere benim gibi..
Hani pek çok filmi sinema salonlarında izlediğinizde, evde izlemenize oranla daha etkileyici olur ya..
Bu bol kanlı gerilim filmini sinemada izlemek bile kurtarmıyor inanın..
Marcus Dunstan'ın ilk yönetmenlik deneyimi olmamış, olamamış..


Tamam bu kez katilimiz bir koleksiyoncu iyi güzel hoş da..
4 kişilik bir aileyi öldürmek için harcadığı çaba, kurduğu tuzaklarla, değil 4 kişiyi 400 kişiyi öldürürdü be..
Katil kurbanın evinin tüm giriş çıkışlarını kapatıyor önce. Yani içeridekilerin kaçma ihtimalleri gerçekten de sıfır olacak şekilde.
Kendi evlerinde kapana kıstırdığı anne, baba, bir genç kız ve bir de çocuktan oluşan bu aileyi öldürmek için, evin içinde inanılmaz ama gerçekten inanılmaz derecede çok tuzak kuruyor.
Anne ve babanın daha filmin ilk dakikalarında etkisiz hale geldiğini de düşünün..
İşte gerisi gereksiz bir saçmalıklar bütünü gibi..
Filmin tek eğlenceli tarafı, bu eve hırsızlık yapmak için giren Josh Stewart ın bir anda kendini evdeki bubi tuzaklarının arasında bulması..
Paralarını çalacağı aileyi kurtarmak mücadelesine girişmesi..



Yani kısaca ne diyoruz, son günlerde sırf amir pozisyonunda olduğum için yaşadığım sorunların kaynağına da atıfta bulunarak: Hırsızlık yapmaya girişmeden önce bir kez daha düşünün.. Hiç ummadığınız şekilde başınıza patlayabilir!!
Siz filmi boşverin de.. Seçtiğim şarkıyı dinleyin..

11 Ocak 2011

.


Gökhan Kırdar - Gece Melek ve Bizim Çocuklar

Tarihi Emek Sinemasının kapatılmaması için gerçekleştirilen eylemlerden birindeydim bu fotoğrafı çekerken.. İstanbulda yaşamayan biri için yeterince değişik bir yer olan İstiklal Caddesini gide gele özümsemiştim yıllardır. Gerçekten de kendine özgü bir havası, kendine has bir kokusu vardı..
Nisan ayının başlarıydı.. Öğlene kadar deliksiz bir uyku, ardından güzel bir kahvaltı sonrası taksiye atlayıp karşıya geçmiştim.. İstiklal'de kardeşim ve Gizemle buluşup güzel bir kafenin bahçesinde birşeyler içip, güneşin tadını çıkararak sohbet etmiştik.. Akşamüstü festival kapsamında L'immortelle ı izleyip hem filme hem de sinema salonunun iç dekoruna hayran kalmıştım.. Akşam yemeğinde süper bir mantı ziyafetinin ardında, Trash Humpers ı izleyip şaşkına dönmüş halde salondan çıkışımı da hiç unutmam.. Sanırım hayatım boyunca daha ilginç bir belgesel-film izleyemem!, Ve ardından "Emek Sineması Kapatılmasın" eylemine katılmıştık hep birlikte.. Değişik yüzler, değişik giyimlerin üzerinde, değişik ifadelere sarınmıştı.. Işığın yetersiz olduğu daracık bir sokakta kalabalıktık.. Ben insanları ve ifadelerini incelemekten eyleme konsantre olamamıştım bile.. Kompozisyonlara çok da dikkat edemeden basmıştım deklanşöre..
Bu fotoğrafımı gördüğümde hep dilimin ucuna “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar” şarkısı düşüyordu Gökhan Kırdarın.. Bu yüzden dedim ki adı bu olsun fotoğrafımın..
19. Bursa Fotoğraf Günleri kapsamında; BURFOT 20-31 Ekim 2010 tarihleri arasında Atatürk Kültür Merkezindeki sergisinde "Şehir ve İnsan" temasının işlemişti fotoğraflar ile..
Benim de 2 fotoğrafım sergilenme fırsatını bulmuştu. Biri insanın şehirde yitikleşmesini anlatırken bu ise sanki tam tersine varoluşu anlatıyor gibiydi.. Ama yine de bir hüzün sinikti.. O fotoğrafın çekildiği andaki eylemin hüznünden mi böyle hissediyordum, yoksa fotoğrafta gerçekten var mıydı saf bir hüzün?? Hiç bilemedim..


11 gün süren bu sergi sonrasında ise fotoğrafım, BURFOT - Bursa Fotoğraf İmece Topluluğu'nun "Griye Veda Renklere Merhaba" adıyla devam eden projesi kapsamında 16. etap sergisi için 30 Kasım 2010 tarihinde Bursa Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi'ne devroldu.

Ben her zamanki gibi katılamadım sergiye :) Ama arkadaşlardan aldığım duyumlara göre, sergi sırasında Kent Konseyinde görevli olanlardan bir kişi bu fotoğrafımı öyle çok beğenmiş ki alıp götürmüş, halen odasında asılıymış. Tabi yerine yeni baskısı yapılmış tekrar okul için..

Daha nice okulların renklenmesi adına, nice projelere..

6 Ocak 2011

Başlangıç

.
Bu yazı Inception filmi hakkında detay bilgi içerir.


MOONSPELL - ..OF DREAM AND DRAMA

- Rüyadayken gördüklerimiz bize gerçek gibi gelir değil mi? Ancak uyandığımızda bir tuhaflık olduğunu fark ederiz. Rüyalarının başlangıcını da hiç hatırlamazsın değil mi? Olup bitenin ortasında bulursun kendini.
- Sanırım evet.
- Peki buraya nasıl geldik? Düşün, buraya nasıl geldin? Şu an neredesin?
- Rüyada mıyız?
- Şu anda eğitim programındasın. Bu rüya paylaşımı konusunda ilk dersin.




Rüyaların ve bilinçaltının derinliklerine inmek..
İnsan aklının sonu olmayan labirentlerinde, bilinçaltının ürettiği sonsuz olasılıklardan oluşan rüyalarda dolaşabilme, müdahale etme ve değiştirebilme gücü..
Rüyalar gibi karmaşık ve baş döndürücü bir film..
Başlangıç ..

Memento ile benim için en iyi yönetmenler sıralamasında en üstlerde bir yere sahip olan, ardından The Prestige ile hayranlığımın sürekli canlı kaldığı Christopher Nolan ın son filmi olan Inception, 2010 yılında izlediğim en iyi filmdi benim. Konusu hakkında en ufak bir fikrim olmadan oturmuştum sinemada koltuğa. Tek bildiğim karşımdaki dev ekrandan kendime bir Nolan ziyafeti çekeceğimdi.


7.sanat için “Uyanıkken Düş Görmek” diyenleri haklı çıkarırcasına oynuyordu Nolan filmi sayesinde beynimizle. “Filmler sayesinde uyanıkken rüya görmeyi seviyorsunuz” diyordu bize! Sonra filmin bir yerinde baş kahramanına birden “Rüyaların ne zaman başladığını asla anlamayız” dedirtiveriyordu. Belki de filmde uyanıkken geçen tek bir sahne bile yoktu?!


Bu sene bir başka akıl karıştıran film Zindan Adasında şizofren Teddy Daniels olarak izlediğimiz Leonardo Dicaprio, bu kez de yine akıl karıştırıcı başka bir başrolde Dom Cobb olarak karşımızda.
Rüyalar sayesinde insanların bilinçaltına sızıp gizli bilgilere, sırlarına ulaşan uzman bir hırsız. Şirketler başka yollardan asla ulaşamayacakları bilgilere ulaşabilmek için Cobb u tutuyorlar. Cobb beynine gireceği kişiyi uyuttuktan sonra onu bir alete bağlıyor ve onun için çok önceden itinayla hazırlanmış olan rüya alemine sokuyor. Rüya paylaşımı denen bu süreçte Cobb ve yardımcıları da aynı rüyanın içinde kurbanın bütün sırlarını ele geçiriyorlar. Bu yaratılan rüya dünyasında kurbana her şey gerçek görünüyor.


Cobb’un bu yeteneği sayesinde katlettiği bir hayatı, karanlık bir geçmişi vardır. İçerisinde büyük bir aşk ve derin bir trajedi taşıyan hikayesinin başrolündeki kadın, karısı Mal, tam bir femme fatale, Cobb’un peşini asla bırakmadığı gibi büyük bir tehlike de oluşturuyor daima. Marion Cotillard rolünün hakkını da fazlasıyla veriyor.
Cobb geçmişi sebebiyle ülkesine dönememektedir. Yasaktır. Sürgündedir. Bu yüzden çocuklarına da kavuşamamaktadır ve çaresizdir. Yeni gelen iş teklifini kabul eder, başarırsa, tüm bu sorunları ortadan kalkacak ve ülkesine geri dönebilecektir. Ama bu kez fikir çalması değil fikir ekmesi gerekmektedir. Evet hedef kişinin zihnine yine rüyalar sayesinde ulaşıp, özel bir bilgiyi oraya yerleştirecektir. Kişi uyandığı zaman yeni bilgiyi kendisinin bir fikriymiş gibi benimseyecektir çünkü. Temel yargı şudur: “Herhangi bir bilgi bilinçaltında takılıp kalır ve bu yüzden de öğrenilmiş olan bir şeyi unutmak mümkün değildir.”



Öyle derin bir senaryo ki, kaybolmamak zor.. Kaybolup rüyanın kaçıncı katmanında olduğunuzu sorguluyorsunuz zaman zaman filmi izlerken.. Gerçek zamanda sadece birkaç saniye süren rüyalar aslında kendi içinde dakikalar sürüyor. Peki rüya içinde ikinci bir rüyaya yatarsanız?? Saatler sürüyor o gerçekte saniyeler süren rüya.. Peki ya üçüncü katmana da inmek isterseniz? Günler haftalar aylar sürüyor.. Daha da abartıp, sınırlarınızı daha da zorlayıp 4.katmana indiğinizi düşünün.. Yıllar sürüyor..
Kaybolmayıp geri dönmeyi başarabilmek zor.. Zaman algısı yerle bir oluyor. Bunun yanında, hangi dünyanın gerçek olduğunu algılamak daha da zor.. Tam bir baş dönmesi.. Zengin bir anlatım. Nolan sen muhteşemsin.

“Seyirci için bir gerçeklik kuran sinema yönetmeni ile filmde fikir hırsızlığı yapacakları kişi için bir rüya dünyası kuran tasarımcılar arasında pek çok benzerlik var.” diyor Nolan ve devam ediyor: “Bu beni her zaman heyecanlandıran bir konuydu. Filmdeki rüya alemlerinin tasarımcıları, başka birinin içinde varolabileceği eksiksiz bir dünya yaratıyorlar. Ben de seyirciyi alıp böyle dünyaların içerisinde bir yolculuğa çıkarmak, seyircinin rüyalarımızda yarattığımız farklı gerçekliklerin derinliklerini ve katmanlarını tecrübe etmesini istedim.” Ayrıca Nolan, Başlangıç’ı kendi rüyalarından yola çıkarak yazdığını belirtiyor röportajlarında.


Filmin muhteşem görselliğinin yanısıra, karşılıklı konuşmalardan oluşan öyle replikler var ki, tokat üstüne tokat gibi sersemletiyor insanı. Sanırım ilk kez bir filmden bunca çok replik alacağım. Yazmam gerek hepsini, çünkü gerçekten muhteşemler..


*****************
-En dirençli parazit hangisidir? Bakteri mi, virüs mü?
-Fikir. Dirençlidir ve çok çabuk yayılır. Fikir beyine bir kez yerleşti mi yerinden sökmek neredeyse imkânsızdır. İyice şekillenmiş ve kavranmış bir fikir beyinde bir yere saplanıp kalır. Ufacık bir fikir çok büyük bir hâle gelebilir. Büyüyerek seni ifade edebilir ya da yok edebilir. En ufacık bir fikir, -"Dünyan gerçek değil" gibi mesela- her şeyi değiştirir.
*****************

*****************
-Rüya halindeyken bilinciniz korunmasız kalır bu da düşüncelerinizi tehditlere karşı savunmasız kılar. Bay Saito, bilinçaltınızı kendini koruyacak şekilde eğitebiliriz. En yetenekli hırsıza karşı bile.
-Bu nasıl olabilir ki?
-Çünkü en yetenekli hırsız benim. Sırlarınızı bulmak için zihninizde nereyi araştırmam gerektiğini biliyorum. Hileleri biliyorum. Size uyuduğunuzda bile savunmanızın asla çökmemesini öğretebilirim. Ama yardımımı istiyorsanız bana karşı tamamen açık olmalısınız. Aklınızdan geçenleri eşinizden, terapistinizden herkesten iyi bilmeliyim. İşlerin sorunsuz yürümesi için, zihninize tamamen girmeme izin vermelisiniz.
*****************

*****************
-Rüyada birini tehdit edemezsin değil mi?
-Tehdidin ne olduğuna bağlı. Onu öldürürsek sadece uyanır. Ama acı.. Acı zihnindedir.
*****************

*****************
-Benim rüyamda benim kurallarım geçerlidir. Bu benim rüyamsa neden kontrol edemiyorum?
-Çünkü rüya gördüğünün farkında değilsin!
*****************

*****************
-Bizden ne istiyorsun?
-Fikir aşılama.. Zihinden fikir çalabiliyorsanız neden yerleştiremeyesiniz ki?
-Tamam, zihnine bir fikir yerleştireyim. Sana "filler hakkında düşünme" desem, ne düşünürsün?
-Filleri.
-Evet ama bu senin fikrin değil çünkü onu sana benim verdiğimi biliyorsun. Kişinin zihni fikrin kaynağını daima bulabilir. Gerçek ilham taklit edilemez.
-Bu doğru değil.
-Yapabilir misin?
-Oldukça basit.
-Başka birinin zihnine yerleştirmeniz gerektiğinde hiçbir fikir basit değildir. Yeterince derine inmek gerekiyor.
*****************

*****************
..kalbinin sesini mi dinleyeceksin..
..yoksa kalbi pişmanlıkla dolu yaşlı bir adam olarak, yalnız ölmeyi mi bekleyeceksin?
*****************

*****************
Çocukları hâlâ bir babaları olduğuna ikna etmek için oyuncak hayvanlardan daha fazlası gerekiyor.
*****************


-Beynimizin gerçek kapasitesinin çok az bir kısmını kullandığımız söylenir. Uyanıkken böyledir. Uykudayken zihnimizin yapamayacağı bir şey yok gibidir.
-Ne gibi?
-Bir bina tasarladığını düşün. Her cephesini düşünerek oluşturursun ama bazen sanki kendiliğinden oluşmuş gibi hissedersin. Sanki keşfediyormuşsun gibi olur. İçine doğmuş gibi. Rüyadayken zihnimiz sürekli bunu yapar. Yarattığımız dünyayı eş zamanlı olarak algılarız. Zihnimiz bunu öyle iyi yapar ki, farkına bile varmayız. Bu da o sürecin ortasına girmemize şans tanıyor.
- Nasıl?
-Yaratıcılık kısmını devralarak. İşte burada sana ihtiyacım var. Hayal dünyasını yaratacaksın. Özneyi o rüyaya sokacağız ve bilinçaltı o dünyayı kaplayacak.
*****************

*****************
Rüyada beyin fonksiyonlarımız daha hızlı çalışır, normalin yaklaşık 20 katıdır. Bu yüzden zaman daha yavaş akıyor gibi gelir. Gerçek dünyada 5 dakika rüyada 1 saate denk gelir.
Rüya içinde rüya yarattığınızda etkisi de artacaktır.
Üç kat rüya:
İlk katmanda bir hafta.
İkinci katmanda altı ay.
Üçüncü katmanda On yıl.
Kim on yıl bir rüyada kalmak ister ki?
Rüyaya bağlı.
*****************

*****************
Zihin otomatikman korumak istediği bilgiyi koyacak kasa ya da hapis gibi güvenli bir yer yaratıyor. Sonra kasayı kırıp bilgiyi çalıyorsun.
*****************

*****************
-Asla hafızanda olan yerleri yaratma. Daima yeni şeyler hayal et!
-Bildiğin yerleri tasarlamam gerekmez mi?
-Sadece detayları kullan. Sokak lambalarını, telefon kulübelerini ama asla tüm çevreyi değil.
-Neden?
-Çünkü anılarından oluşan bir rüya inşa etmek hayal ve gerçek arasındaki farkı ayırma yetini kaybettirir.
*****************

*****************
Rüyalar görsel algılanır ama aslında daha çok hissetmekle ilgilidir.
*****************

*****************
-Fikir aşılayacaksan hayal gücüne ihtiyacın olacak.
-Daha önce hiç yaptın mı?
-Denedik. Fikri yerleştirdik ama zihin kabul etmedi.
-Yeterince derine yerleştirmediniz mi?
-Derinlikle ilgisi yok. Kişinin zihninde gelişmesini istiyorsan fikrin en sade hâli gerekiyor. Çok ince iştir.
*****************

*****************
Bilinçaltımı kontrol edemem unuttun mu?
*****************

*****************
-Her gün rüyayı paylaşmak için buraya geliyorlar. Son derece istikrarlılar.
-Ne kadar süreyle rüya görüyorlar?
-Her gün üç dört saat.
-Rüya zamanıyla ne kadar?
-Her gün yaklaşık 40 saat.
-Bunu neden yapıyorlar?
-Bir süre sonra ancak bu şekilde rüya görebiliyorsunuz. Siz hâlâ rüya görebiliyor musunuz Bay Cobb?
-Her gün uyumak için buraya mı geliyorlar?
-Hayır. Uyanmak için geliyorlar. Rüyaları artık onların gerçekliği oldu. Tersini söyleyebilir misiniz?
*****************

*****************
Dönecek. Gerçeklik artık ona yetmeyecek ve dönecek.
*****************

*****************
Bir fikri kabullenmesinin tek yolu: Kendisi düşünmüş gibi olmalı. Bu yüzden fikri bilinçaltının derinlerine yerleştirmeliyiz. Bilinçaltı duygulara göre hareket eder değil mi? Mantığa göre değil. Bu yüzden bunu duygusal bir konsepte dönüştürmenin bir yolunu bulmalıyız. Pozitif duygular daima negatif duygulardan baskındır. Hepimiz kötü duygulardan kurtulmak için uzlaşmaya can atarız. Bilgi aşılamanın belirginlikle ilgisi yoktur. Zihnine girdiğimizde karşımıza çıkanlara göre hareket etmeliyiz.
*****************

*****************
-Benim bilinçaltım son derece nazik görünüyor.
-Biraz beklersen kötüleşecektir. Kimse zihninde bir başkasının dolaşmasını sevmez.
*****************

*****************
-Araf.. Sınırları olmayan rüyalar âlemi.
-Orada ne var peki?
-Saf, sınırsız bilinçaltı. Orada hiçbir şey yoktur! Daha önce rüyayı paylaşıp arafa düşenlerin geride bıraktıkları hariç.
*****************

*****************
Ekilmesi gereken fikir: "Babamın imparatorluğunu dağıtacağım."
Ekecekleri fikir: "Babam onun izinden gitmeyip, kendi yolumda yürümemi istiyor."

İlk katmanda babasıyla ilişkisini ortaya atacağız. "Babamın izinden gitmeyeceğim." dedirteceğiz.
Sonraki katmanda "Kendi başıma bir şey yaratacağım." fikrini besleyeceğiz.
Sonra en alt katmana indiğimizde en güçlü fikri ortaya atacağız. "Babam onun gibi olmamı istemiyor."
*****************

*****************
-Fikri yerleştirdikten sonra nasıl çıkacağız?
-Bir dürtü. Serbest Düşüş.. Düşme hissi sizi sarsarak uyandırır. Rüyadan çıkmanızı sağlar. Önemli olan dürtmenin tüm katmanlarda da eş zamanlı olmasını sağlamak.
*****************


-Bunu kendine neden yapıyorsun?
-Ancak bu şekilde rüya görebiliyorum.
-Rüya görmek senin için neden bu kadar önemli?
-Rüyalarımda hâlâ birlikteyiz.
-Bunlar sadece rüya değil. Bunlar senin anıların. Asla anıları kullanma demiştin.
-Biliyorum.
-Onu hayatta tutmaya çalışıyorsun. Gitmesine izin vermiyorsun. Anılarından oluşan bir hapishane ile onu kapalı tutabileceğini mi sanıyorsun?
-Anlamıyorsun. Bunlar pişman olduğum, değiştirmek zorunda olduğum anılar.
-Onu yaratan, senin suçluluğun. Onu güçlü kılan şey bu. Kendini affetmeli ve onunla yüzleşmelisin.
*****************

*****************
Gerçek dünyada seçim yapmak gerekir ama rüyalarda değil.
*****************

*****************
-Karımla birlikte çalışıyorduk. Rüya içinde rüyanın nasıl olacağı konusunda araştırmalar yapıyorduk. Sınırları zorlayıp sürekli daha derine inmeye çalışıyordum. Orada saatlerin, yıllara dönüşmesi olayını anlayamadım. Öyle derinde kapana kısıldık ki bilinçaltlarımızın kıyılarında kaldık. Neyin gerçek olduğunu göremez olduk. Kendimiz için bir dünya yarattık. Yıllarımızı aldı ama kendi dünyamızı yarattık.
-Orada ne kadar süre kaldınız?
-Yaklaşık 50 yıl.
-Buna nasıl dayandınız?
-Başlarda o kadar kötü değildi, kendimizi Tanrı gibi görüyorduk. Sorun, bunların gerçek olmadığını bilmemdi. Sonunda, benim için böyle yaşamak imkansız hâle geldi.
-Peki ya onun için?
-Derinlerde bir şey saklıyordu. Bildiği, ama unutmayı tercih ettiği bir gerçek. Araf artık onun gerçekliği olmuştu. Bundan kaçamadı. Ben de bunu aramaya karar verdim. Zihninin derinlerine indim ve gizlediği o yeri buldum. Oraya girdim ve fikri yerleştirdim. Her şeyi değiştiren ufacık bir fikir. Dünyasının gerçek olmadığını söyleyen bir fikir. Ölüm, kaçabilmenin tek yoluydu.
-Uyandığınızda ne oldu peki?
-Yıllar sonra uyandığımızda genç bedenlerin içine tıkılmış yaşlı ruhlar gibiydik. Onda bir sorun olduğunu biliyordum. Ama o bunu kabul etmedi. Sonunda bana gerçeği söyledi. Bu fikri saplantı haline getirmişti. O ufacık fikir, her şeyi değiştirdi. Dünyamızın gerçek olmadığı ve gerçek hayata dönebilmesi için uyanması gerektiği fikri. Eve dönebilmek için de kendimizi öldürmeliydik. Bu fikrin, uyandığımız zaman da zihninde bir kanser gibi yayılacağını bilemezdim. Gerçekliğe döndükten sonra bile dünyamızın gerçek olmadığına inanmaya devam edeceğini bilemezdim.
*****************

*****************
-Burada seninle kalamam çünkü sen gerçek değilsin. Artık inandığım tek şey benim. Bunu her şeyden çok isterdim ama seni her şeyinle, tüm mükemmelliğinle kusursuz olarak hayal edemiyorum. Sadece bir gölgesin. Sen sadece karımın gölgesisin. Elimden gelen en iyi hayalsin ama üzgünüm, yeterince iyi değilsin.
- Ya yanılıyorsan? Ya gerçek olan bensem? Sürekli kendine ne bildiğini söylüyorsun. Peki ama neye inanıyorsun? Ne hissediyorsun?
*****************


Aşık olmanın ne demek olduğunu biliyor musun?
Bir bütünün yarısı olmayı?
Bir tren bekliyorsun. Seni uzaklara götürecek bir tren. Trenin seni nereye götürmesini umduğunu biliyorsun ama emin değilsin. Yine de önemi yok. Çünkü birlikte olacaksınız.



Seni dayanamayacağım kadar özlüyorum...
..ama birlikte olan zamanımızı doldurduk..
Artık seni bırakma vaktim geldi.
Seni bırakıyorum.
.
.