6 Mayıs 2009

Sonbahar

.
Dikkat bu yazı Sonbahar filmi hakkında spoiler içerir :)




Gökhan Birben - Hey Gidi Karadeniz


Hapishanenin sadece mapushane olmadığı nasıl daha güzel anlatılabilir ki diye düşünerek çıktım ben filmden..
Gerçek hapsin içimizdeki umutsuzluk olduğunu, mideme yumruklar yiyerek ve nefesim sıkışarak öğrendim filmi izlerken..
Ölümün kokusunu her an solumanın, amaçsızlığın, imkansızlığın, yabancılığın ve yalnızlığın hiç süslenmeden içime akmasını sağlarken film, çoğu karede “düşsün artık son yaprak” dedim fısıltıyla..
Düşsün son yaprak ve sonbahar dönsün kışa..


Sonbahar..

Bir ilk film olduğuna inanamıyor insan izlerken.. Sırıtan hiçbir şey yok, dışlayabileceğiniz hiçbir şey yok.. ve hatta “burası olmamış” dediğiniz bir kare yok.. Oyunculuklardan filmin rengine, nadiren kullanılan müzikten her bir karesi fotoğrafmış gibi mükemmel görüntülerine kadar.. En önemli noktalardan biri de kuşkusuz, ülkemizde yaşanmış ve yaşanan acıları, toplumsal yaraları, sönen hayatları ve ölüm gibi sert konuları, hiç ajitasyona uğratmadan yedirilmiş ve anlatılmış bir öykü..


Tavizsiz ve gerçek bir karanlık nasıl da yerleştirilmiş o büyülü ve huzur kokan görüntülerin ardına.. hüzünlü ve uzun bir sonbahar..


Hikaye tek cümleyle özetlenebilecek kadar basit ve sıradan aslında..
Bombalı-dumanlı operasyonlara tanıklık etmiş, sol görüşleri yüzünden 10 yılını hapiste geçirmiş ve bu zaman zarfında ciğerleri tükendiği için, ölümüne sayılı günler kala tahliye edilmiş bir adamın evine dönüşünü ve son günlerini anlatıyor..



Ama hikayesini profesyonelce anlatan bir yönetmen farkıyla içinde sömürü barındırmayan sağlam bir dram filmi izliyorsunuz..
Öyle ki minibüsteki koltuğun rengine kadar düşünülerek çekilmiş bir film..
Özcan Alper, görüntü yönetmenine en başında şunu söylemiş: “Bu öyle bir film ki ne tam anlamıyla renkli olmalı, ne de tam anlamıyla siyah-beyaz.”
Gerçekten de öyle.. filmden sonra aklınızda kalan görüntülerin hiçbiri ne tam renkli ne de siyah-beyaz.. Karadenizin muhteşem yeşili bile canlı değil..



Sonbaharı evde izlemek pek akıl karı bir iş değil.. Zira sıkışmışlığın getirdiği sıkılma hissinden sonunu tamamlayamayabilirsiniz.. Çünkü ölümünü bekleyen bir adamın son günleri nasıl olursa öyle film.. Coşku, yaşama umudu, mutluluk, sevinç, eğlence, güzel müzikler falan yok..
Filmde tek bir sahnede çocuksu bir sevinç görüyorsunuz, o sürekli hüzün akan yüzde.. Televizyonda buz pateni izlediği sahne..
En saf, en katıksız ve en gerçek mutlu olduğumuz zaman dilimi: Çocukluk.. Yusuf için de böyle.. birden kendini çocukluğunda olduğu gibi mutlu hissettiğini anlıyorsunuz gözlerindeki pırıltıdan..


Filmde ana temanın yanında bir de taşra hayatı da sunuluyor.. Ama son yıllardaki filmlerde olduğu gibi; taşranın sadece huzur kokan yönünü gösterip, günümüzün canlı hızlı hayatından yorulanlara çözümmüş gibi sunmuyor.. O görünen huzurun ve doğallığın aynı zamanda içinde taşıdığı bağnazlığı, tutuculuğu ve sıkışmışlığı da anlatıyor.. Özcan Alper taşraya hem içeriden hem dışarıdan, hem sıcak hem de mesafeli bakıyor filmiyle..


Evet Sonbahar da, denizler, ağaçlar, karlı dağlar, huzur, sakinlik, dinginlik insana sonsuz bir hayat izlenimi verirken, aslında her yerin kendince bir hapishane olduğunu ve herkesin hapishanelerinin başka olduğunu, çünkü hapishanemizi içimizdeki umutsuzlukta taşıdığımızı anlatıyor..
Farklı kişiler, konular karşımıza çıksa da filmde, her köşe başını döndüğümüzde yüzümüze çarpan en yoğun his ölüm..
Çünkü çıkışsızlığın da, imkânsızlığın da, tutunamamanın da, yani o büyük yalnızlığın ve umutsuzluğun da tek çıkış kaynağı Ölüm.. Her an öleceğini bilerek insan nasıl yaşayabilirse, yani yaşayamazsa Yusuf da o kadar yaşa(yamı)yor..


Yusuf ile taşra arasında da derin bir bağ yok.. Hislerini bir kalıba sığdırmak ve sevgi, nefret gibi adlar vermek mümkün değil.. “Ya öyle ya böyle” keskinliğinden uzak “hem öyle hem böyle” demek daha doğru belki de..
Zaten Yusuf sadece taşra değil hiçbir şeyle hiç kimseyle derin bir bağ kuramıyor.
Hiç kimseye tam olarak “dokunamıyor”.
Evi, annesi, en yakın arkadaşı Mikail, akraba ve komşuları ve en nihayetinde Eka..
Evet hiç birine gerçekte dokunamıyor, sarılamıyor..


Yusuf ile Eka’nın birlikte olması sanki bu duvarı yıkacakmış gibi duruyor önce..
Çünkü ikisi de yaşadığın dünyaya yabancı, ikisi de yalnız, ikisi de bulunduğu mekanlara sığamıyor, ikisinin de çıkışsız ve umutsuzluğun baskın olduğu hayatları var..
Eka'nın yaşadığı Otel, bu çıkışsızlığın, umutsuzluğun, imkânsızlığın ve yalnızlığın en kesif hissedildiği mekanlardan biri. Yusuf ile Eka burada birbirlerine dokunuyor, öpüşüyor ve hatta sevişmeye başlıyorlar.. İşte duvarın yıkılacağına dair bir an umutlanıyor insan tam bu sahnede. Ve birden bıçak gibi kesiliyor sahne.. İkisini aynı yatakta, çırılçıplak, ama birbirlerine hiç dokunmadan yattıklarını görüyoruz..
Hiçbir şeyin yalnızlığa çare olmadığını tokat gibi çarpıyor film yüzünüze..
Yalnızlık ömür boyu diyorsunuz..
Yalnızlık ömür boyu..



19 yorum:

Çocuk dedi ki...

Ne kadar harika bir anlatım böyle... film hakkında yorum yapamayacağım ama çok merak ettim. Sen bu kadar dile getiriyorsan eminim o da çok sarsıcı filmdir...

beenmaya dedi ki...

senin bu film anlatımların yok mu seyredilen film bile olsa yine, yeni, yeniden seyredesi geliyor insanın diline sağlık :)))

efrasiyab dedi ki...

v for vandeta nın başında bir söz vardı, "bir kişinin ölümü trajiktir, binlercesinin ölümü istatistik" diye. söylerken ne kadar kolay, 80 lerde 5 bin kişi hayatını kaybetmiş, 20 bin kişi haksız işkenceye maruz kalmış diye. her birisinin böyle trajedileri vardı. hayatlarına inen darbeyle bir daha hiç eskisi gibi olamayan yarım insanlar.
seviyorum böyle filmleri. daha gerçek geliyor. aldım ama daha izlemedim. ilk fırsatta izleyecem. bu güzel film tanıtımı için müteşekkiriz...

asliberry dedi ki...

ya ben bu filmi hala izleyemedim, çok istiyorum izlemeyi ama bir türlü vakit bulup gidip alamadım.

EgeEfe dedi ki...

Geçmiş olsun, umarım çabucak iyileşirsin...
Film... Müziklerini dinleyebilmiştim aylar önce ve hakkında çok şey okudum ama izleme olanağım olmadı. İzleyip yazmak isterim sana ve en kısa zamanda (bugün ya da yarın) izleyeceğim.
Yazı... Büyüleyiciydi.
Müzik... Gökhan Birben, muhteşem söylüyor...
Görüşmek üzere...
Not: Karadeniz böyle işte biraz da değil mi? Kendisi gibi çocukları da hırçın. Hırçın oldukları kadar akıllı, akıllı oldukları kadar... Bugün o Karadeniz'in dünyanın bütün renkleri kadar güzel çocuklardan birinin idam edilişinin yıldönümü: Deniz, bizim Deniz...

drk... dedi ki...

bu filmi sinemada hic kimse olmadan izlemeli...sadece ben ve o...istedigin zaman filmi durdurmalı..istedigin zaman baslatmalı...
guzel anlatmıssın...

Pilli Petro dedi ki...

filmi sinemada izleyen, sayılı azınlıktan biri de benim :) son yıllarda izlediğim en etkileyici en sarsıcı filmlerden biridir benim için.

ölüm, yaşam, mücadele aşk ancak bu kadar başarılı iç içe anlatılabilir.

aşık olmayan, bırakın aşık olmayı beceremeyen, korkak ve hatta hain kendini savunamayanlar izlemesin bence zira alabilecekleri tek bir şey yok !!

geç bile kaldın Fatoş yazmakla çook oldu ikimizde izleyeli dimi :)

Adsız dedi ki...

Senin film anlatımların değil, senin yaşaman bu !

Geçen gün yazdığım gibi, sen bu hayatın herşeyini görkemli yaşıyorsun.
Bu, senin içinin coşkusundan kaynaklanıyor.

Bu filmden bu tadı alabilmek için seninle izlenmeli, en azından ben bunu biliyorum.

Beter Böcek dedi ki...

Çok güzel bir filmdi, müzikleride çok iyiydi. Özelliklede Melih Coşkun'un şiiri süperdi.

klavyedostlugu dedi ki...

selam Fatoş arkadaşım ; gerçekten sayenizde film izleme yaşantıma geri döndüm, izlemelisin bak fatoş arkadaş nasıl seyretmiş de hatta hissettiğim duyguları da yazmış diyorum.Ve tavsiyelerin gerçekten yalnız izleyince sıkılıyosun .Bir de gecenin geç saatlerinde .Hep bişeyler bekledim Yusuf'tan ha patladı patlayacak derken o haykırma sahnesi varya yanında olmayı ne kadar isterdim!!! Yalnız film de anasının söylediklerini hiç anlayamadım.Yusuf ' u yargılıyormuydu ne anlamadım valla.Sonra Yusuf evinde oturuyor, susuyor, dinliyor, bakıyor, dalıyor, uyumaya çalışıyor, uyuyamıyor, uyuyor, uyanıyor. hayat gibi..Gerçekten yüreğe taş gibi oturuyor.Yönetmen herbir kareyi sindirmemizi istercesine acele etmeden sunmuş konuyu...
Ülkemizde bir zamanlar nelerin yaşandığnı bile bilmeyen, düşünmeye kapalı, hazırcı, aceleci, kafası karışık, ne istediğini bilemeyen günümüz gençlerine herşeyi birkez daha hatırlatmak için verilen gerçek görüntüler insana olanların gerçek olamayacak kadar acı olduğunu düşündürtüyor.. Öte yandan Yusuf'tan farklı bir hayat yaşamış ama Yusuf'la aynı yalnızlığı, boşluğu, toplumdan soyutlanmışlığı yansıtan Eka. hayat birşekilde birleştiriyor eka ve Yusuf'u. kendi yaşanmışlıkları çekingen kılıyor onları aşklarını özgürce yansıtmaları konusunda... Filmdeki doğa sizi alıp götürüyor resmen; olmak istediğiniz yerlere olmak istediğiniz kişilere... üstüne bir de Karadenizin hüzünlü ezgileri... filmin belli bir kesime hitap etmediği kesin. Hayatınıza biraz ara verin ve sonbahar filminde kendinize sakin bir bir buçuk saat ayırın.. hiç birşeyi beğenmeseniz bile filmdeki müziğe ve doğaya değer...BİRDE köylerinden biri vefat etmiş ti ya; nasıl geriye döndü mezarlığa gitmedi..varya asıl o sahne beni çok acıttı ya. ÖYLE DÖNEBİLSE İNSAN!! gerçekten paylaştığın için teşekkür ederim şahsım adına arkadaşım...

egemavisi dedi ki...

Muhteşem bir film. Belirtmek gerekirse çıktığı hafta gittim sinemaya. Bir daha gideceğim dedim ama fırsat olmadı. Filmin en dikkatimi çeken tarafı fotoğraf karesi gibi olan görüntüsüydü.
Üzgün Not: Geçenlerde yönetmen Özcan Alper bizim üniversiteye geldi fakat söyleşi saatinde sınavım olduğu için katılamadım. Bir daha böyle bir fırsat geçmez ele. :(

EgeEfe dedi ki...

Ne düşündüm biliyor musun? Hayatı uçurumun kenarında yaşanmak gerekiyor... Uçurumun kenarında, ama yaşamak. Aşağı bakmak, ama yukarı doğru haykırmak...
İçime karşışan sesleri, başkalarının seslerini bir uçurumun kenarından haykırmak istedim. Dağlara savurmak, dağların doruklarına tünemiş bulutlardan süzmek ve süzülmüş, arınmış yankıyı duyabilmek yeniden.
Yazmak da böyle bir şey işte benim için, bir uçurum kenarında haykırmak gibi...
Bir de ne düşündüm biliyor musun? Bir iskeledeysen, hele de Sonbahar'sa, hele de hayat Karadeniz'in hırçın suları gibiyse karşında duran, ya yalnız olmamalısın ya var olmamalısın ya da... Ya da sırılsıklam ama iskelenin demirlerine tutunmuş olmalı ve direnmelisin...
"Sen şimdiki zamanda yaşamıyorsun sanki. Rus romanlarından kaçmış gibisin." Peki şimdiki zaman yaşıyor mu? Yaşanabilir bir zamanda mı yaşıyoruz, yaşatılıyor muyuz? Hepsini geçtim, Rus romanlarında ki hayatta yaşanabiliyor muydu? Öyleyse Vanya Dayı'nın karşısında o kadının hayata dair söylediklerinin anlamı neydi?

Gökyüzünün uzansanız dokunacakmışsınız hissini verdiği bir kasabada beş ay kaldım, beş ay beş gün... Daha kapıdan girdiğim ilk günün ertesi, yorgun argın sırt üstü uzandığım çimlerde, çam ağaçlarının altında hissettim bulutların dokunsam ulaşılabilecek kadar yakın olduğunu... Hayallerin ve düşlerin, her tarafı tel örgülerle çevrili bir yerde bile o bulutlar gibi insanı özgür hissettirebileceğini... Ama hayallerden ve düşlerden bulutları dağıtmak için gökyüzünde her daim sert rüzgarların dolandığını sonraki günlerde öğrendim, öğretti...

19 Aralık, adına "Hayata Dönüş" denilen ve onlarca "her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuğu"n hayatına mal olan katliam da öyleydi; başınızın üzerinde oluşmuş düşlerden bulutları dağıtan bir rüzgar gibi... Ama bir farkla, bu defa o rüzgarı birileri üflüyordu...

***

Ah be Fatoş, sana filmi izledikten sonra yazarım demiştim ama filmi izledikten sonra, senin yazdıklarını bir kez daha okuyup üzerine tek bir satır yazmak gelmedi içimden. Yapamazmışım, beceremezmişim gibi geldi bana. İçimden geçenleri yazmakla, filmi izlerken hissettiklerimin bir kısmını aktarmakla yetindim.

Filmde tek bir boşluk yoktu demişsin ya sonuna kadar katılıyorum; ama filmi izledikten sonra içimde büyük bir boşluk oluştuğunu ekliyorum. Bir de o pencere, o pencere görüntüleri, benim için en etkileyici olan oydu...

Filmin durgun gelebileceğini yazmıştın ya, hiç de öyle değildi, yani benim için. Durgun olan, duran insanın damarlarındaki kan oluyor. Pişmanım ama, daha önce izlemediğim için...

Filme dair son bir not: Demek ki film müziklerini filmi izlemeden dinlemek eksik oluyormuş. Hafta sonu şirkete gidip oradaki bilgisayardan müzikleri alıp yeniden dinlemek istiyorum. Özellikle kadın dolmuşta giderken çalan müzik ve son sahnedeki ağıt çok etkileyiciydi. Aklıma, Gönül Yarası filminde, kadının şarkıdan etkilendiği için Kürtçe biliyor musun diye soran Hoca'ya, "bu şarkıdan etkilenmek için Kürtçe bilmeye gerek var mı?" deyişi geldi...

EgeEfe dedi ki...

Sana filmi izlerken aklıma gelen ve film boyunca şarkısı zihnimde dolanıp duran şiiri yollayacaktım ama unutmuşum. Şiir, Sivas'ta öldürülen aydınlarımızdan Behçet Aysan'ın ve şarkı, belki biliyorsundur Ezginin Günlüğü Hüsnü Arkan söylüyor:

Eflatun Bir Ölüm - Behçet Aysan



kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

Eleştirel Günlük dedi ki...

Bi de ben soyleyeyim. Cok guzel bir degerlendirme yazisi olmus. Ellerine saglik. Umarim izleyebilirim filimi. Izledikten sonra gelir de not birakirim buraya kendi izlenimlerime dair...

blacklebron dedi ki...

Nilüfer Sanat Tiyatro Atölyesi Oyuncuları olarak topluca bu filmi izlemeye gittik 2-3 ay kadar önce .. Hepimiz de çok heyecanlı ve meraklıydık .. Oyunculuklar, görüntüler, seçilen il, renkler ve soundtrackler o kadar etkiliydi ki film bitiminde salondan çıkmak istemedik .. Çok etkili şeylerden bahsetmişsin, yani her izleyicinin farkedemeyeceği şeylerden .. Seni kutluyorum .. 2 hafta boyunca filmin soundtracklerini aradım filmi izledikten sonra nette .. Filmle bütünleşmediği sürece çok kuru müzikler olduğunu farkettik grupça .. Bu arada filmin yönetmeni ÖZCAN ALPER bizim sahnemize geldi filmin gösterimi için ve film bitiminde seyirciler gittiğinde biraz sohbet etme ve fotoğraf çekme imkanı bulduk .. Bir insan kendi mütevaziliğini ve rengini yaptığı filme bu kadar mı mükemmel yansıtır diye düşünüyorum o gittiğinden beri .. Bu filmle ilgili güzel gözlem yorumlarını paylaştığın için tekrar teşekkürler ..

Uzak Yıldız'dan dedi ki...

Beni turk sinemasinin gelecegi adina umutlandirdigi icin, bu filde emegi gecen insanlara tesekur ediyorum.

Yuzlesmek yaralarimizin sarilmasi adina atilmis en buyuk adim.

YILDIZNAF dedi ki...

Bayildim anlatimina arkadasim, yasadim filmi sanki dinlemedim...

Acitir diye gitmiyorum ama gormek lazim deim seninle yine ben...

Emegine saglik, yazin guzel otesi olmus....

mk1 dedi ki...

Hayatınızı boştan işlere kaptırmış,gidiyorsunuz...

Hayal Kahvem dedi ki...

Selam 7. Oda, iki sene önce seyretmeme rağmen halen aklıma geldikçe tesirinde olduğumu düşündüğüm bir filmdir Sonbahar. Yazınız ve yorumlar çok hoş..
Ellerinize sağlık.