29 Mayıs 2008



EDITORS - LULLABY




durup dururken itiraf edesim geldi.. hiç kelimelerle oynamadan..
7.oda üzerine sorulan bütün sorulara cevaben, hiçbir kelimeyi sakınmadan..
7.oda ne demek?
Neden 7. ?
7.sanatla bir ilişkisi var mı?
diğer 6 odada neler var peki?
8.oda olacak mı ileride?
neden bu ad??
bu ve benzeri öyle çok soruyla karşılaşıyorum ki..

kimisine anlattım ne demek olduğunu..
kimi soruları sonra cevaplarım dedim unuttum..
şimdi bu soruların tamamına yanıt vermiş olacağım..

yıllar önce sormuştu bir arkadaşım... yüreğinde kaç oda var senin diye..
boşanmak istediğime karar verişimden çok az bir süre önceydi sanırım.. 2003 kışıydı.. neredeyse bir yıldır kendimi sorgulamış, nerede olmak ne yapmak istediğime hemen hemen karar verdiğim dönemlerdi.. çok zorlu bir sorgulama döneminden çıkmıştım.. en başta kendimi sonra evliliğimi sonra hayatı sonra birlikte hayatımı tükettiğim insanı.. aldıklarımı, alamadıklarımı, verdiklerimi, veremediklerimi, benden istenilenleri, benden beklenilenleri, başardıklarımı, başaramadıklarımı, isteklerimi, olmayan hayallerimi.. coşkularımı.. tutkularımı.. ve yıllar öncesinde bıraktığım içimdeki o küçük kıpır kıpır kızı..
yüreğinde kaç oda var dedi arkadaşım.. anlamamıştım .. nasıl yani demiştim..
sonra kendi yüreğini anlatmıştı..
odaları.. koridorları.. bahçesi.. havuzu .. ağaçları bile vardı.. yolları yeşildi..
öyle güzel anlatmıştı.. öyle güzel..

ben de gecelerce düşündüm bunun üstüne..
benim yüreğimin içini..
aslında bir sürü duvarım olduğunu gördüm..
her gece yeni duvarlarımla yüzleştim..
her gece yeni kapılarımla..
uzun sürdü yüreğimin içini çizebilmek..
odalarımı saydım.. saydım.. saydım
7 tane çıktı..

1.oda: kızıma ait.. duvarları en kalın olan en sağlam odam.. hiç kimsenin zarar veremeyeceği kadar kalın.. kendime rağmen kendimin bile zarar veremeyeceği kadar.. anneyim ben bu odada
İçerideki mutluluğu ve huzuru hissetmek isteyen herkese açık kapısı.. ama haset, kıskanç, mutluluğumuzu içine sindiremeyecek, bize saldıracak insanlara ise kilitli artık.. sürekli kahkahalar çınlar duvarlarında.. apaydınlık.. mis kokulu.. en çok şefkatin ağır bastığı en harika odası yüreğimin..

2.oda: kocama ait (di) o zamanlar.. boşalmasını ve kapatmayı en arzu ettiğim odaydı.. sonrasında kapandı zaten.. eş im ben bu odada?! Eş.. kimsenin bir eşi olamayacağına inandığım halde çocukça bir saflıkla denemiştim.. 6 yıl boyunca tabiri caizse kuş sütünün bile eksik olmadığı bir oda sunmuştum kocama.. onun eşinde olmasını istediği her şeyi sunmuştum.. sonrasında girdiğim uyanış, mutsuzluk ve devamındaki 1 yılı aşkın süren sorgulamaların bitiminde onun hayatını yaşadığımı, kendimi yaşamadığımı anlayıp kapısını açtım odanın.. artık yüreğimde böyle bir odaya yer olmadığını anlattım ve kapıyı sonuna kadar açtım.. boşalmasını istediğim zamandan 3.5 yıl sonra boşaldı oda. Kapısını anında kapatıp kilitledim..
büyük konuşmamayı öğretti hayat bana. sırf bu yüzden büyükçe ve keskince konuşamıyorum ama bir daha açmayı hiç düşünmediğim bir oda burası..

3.oda: aileme ait.. harika bir annem harika bir babam ve harika ötesi bir kardeşim ve kardeşimin çok sevdiği sevgilisi var :) hem bir kız çocuğu hem de bir ablayım ben bu odada
Hiçbir zaman onları yok sayamadığım, ve aldığım pek çok kararda çok etkili ve yönlendirici olmuştur ailem.. vefakar olmak sanki doğduğumda bana yüklenen bişeydi.. hiçbir zaman tam özgür oldum diyemem.. mutlaka onları düşündüm hep bir karar alırken ya da alamazken.. çoğu zaman bunu kendim yaptım .. iyi bir kız evlat olmak adına.. olabildim mi bilemem.. tek bildiğim çabaladığım..
2003 yılında boşanmak istediğimi söylediğimde desteklemedi beni ailem.. kendilerince boşanmam için bir sebep bulamadıklarından.. çünkü sebep olarak onlara sadece mutsuzluğumu sunabilmiştim.. çok mutsuzum demiştim çok.. olmadı tabiî ki.. anlamadılar.. çünkü onlara somut nedenler sunmalıydım.. başka bir kadın, kumar, dayak, alkol vs gibi.. mutsuzluk onlar için yeterli bir neden değildi..
yıllar sonra gerçekten boşanma aşamasına gelindiğinde geçirdiğim bir sinir krizi sırasında babamın yüzüne ağlayarak haykırmıştım, senin yüzünden bugün bu konumdayım diye.. yıllar önce bana kucak açsaydın, beni dinleseydin çok mutsuzum ben dediğimde bana sarılabilseydin, bugün bu konumda olmayacaktım.. iyi bak şimdi bana demiştim.. iyi bak..
sanırım o an hiçbirimizin aklından da yüreğinden de silinmeyecek bir an olarak kalacak hep..
babam o günden sonra destek olmaya başlamıştır bana..
hepimiz hayata kendi pencerelerimizden bakıyoruz.. hepimiz aynı hayatı görsek de farklı yorumluyoruz.. işte yorumlarımızı yönlendiren şeyler birikimlerimiz oluyor.. birikimlerimiz görüşlerimizi doğuruyor, görüşlerimiz seçimlerimizi..
hani her şeyin avantajları olduğu kadar dezavantajları da vardır ya..
birbirine bağlı bir aile olmanın da öyle.. bir sürü güzelliği ve avantajı yanında dezavantajları da var..
ve ben ailemi gerçekten çok seviyorum.. ve iyi ki onlar gibi bir ailem var..

4.oda: dostlarıma ve arkadaşlarıma ait.. dostum sadece 2 kişi, arkadaşım bisürü :) keyifli, hoşsohbet, sevimli, kaprissiz ve rahat bir arkadaşım ben bu odada.. benimle pek çok şey paylaşılabilir bu odada.. müzikten sinemaya konserden fotoğrafa gündemden geyik muhabbetine kadar.. ve hepsi bilirler ki ben hiç kimseyi yargılamam.. anlamaya çalışırım.. anlayamazsam da dinlerim.. ama asla yargılamam.. kapısı her daim açıktır. İsteyen girer isteyen çıkar..

5.oda: iş hayatıma ait.. burada deşifre olmamak ve etmemek adına iş hayatımla ilgili bişeyler anlatmak istemediğimden iyi biriyimdir bu odada diyerek geçiştiriyorum :)

6.oda: nefretlerime ait.. o zamanlar 2 kişi vardı.. şimdi 4 kişi var :) kindar mıyım ne ben bu odada:)) Bana yapılan hiçbir şeyi unutmam.. ve bu 4 kişiye hiçbir zaman hakkımı helal etmeyeceğim.
bu odaya giren bir daha çıkamıyor. çünkü bu odaya girmek de öyle kolay bişi değil. kızgınlıklar kırgınlıklar nefrete dönüşmez benim içimde. nefret kelimesini kullanabilecek kadar zavallılaştıysa bir insan içimde ancak bu odaya girebilir.. ve dediğim gibi bir daha asla çıkamaz bu odadan..

7.oda: sadece kendime ait tek yer.. içeriye yıllarca hiç ama hiç kimseyi almadığım, karanlık kirli bir oda.. içerisi ben kokar.. içeride duvarlarında ben yankılanır.. yıllarca kilitliydi kapısı.. kocama bile açmamıştım.. o da girmek için ısrar etmemişti zaten.. ben söyleyene kadar farketti miydi bu odamı onu bile bilmiyorum..
sonra biri farketti bu odayı.. yıllar sonra.. kapısını çaldı.. açmadım.. sesimi bile çıkarmadım içeride kimsenin olduğunu anlamasın diye.. direndi.. kapıyı yumrukladı.. açmadım.. tekmeledi açmadım.. 7 ay kapının önünde uyudu.. evet tam 7 ayın sonunda hiç pes etmeyen bu adama kapıyı açtım.. girme dedim.. bu karanlığı taşıyamazsın.. taşırım dedi.. girdi.. odanın her yerine dokundu.. her karanlık köşesine.. duvarlarımı dinledi.. kokladı.. sarhoş oldu.. burası sadece karanlık değil çok derin dedi.. bütün ıssızlığımı paylaştı.. bütün acılarımı.. ben gözlerimi kapadım.. sonra sarıldı bana.. sımsıkı.. dokundu parmak uçlarıyla.. incitmekten ürker gibi.. bana ninniler söyledi güzel uykular için.. hiç rüya görmediğimden kendi düşlerini verdi bana.. ve aynayı kırdı.. çünkü sırlar aynanın ardındadır.. sır lı tabaka aynanın ardındadır.. sırlara ve gerçeklere ulaşmak için aynayı kırmak gerekir.. kan akıtmayı göze almak.. aynaya yumruğunu geçirirsin.. kanın camlara karışır, canın kana karışır, sırlar ise avcuna..
haklıymışsın dedi.. ben senin derinliğinde kayboldum dedi.. sarıldı.. ve gitti..
ben de ona inat 7.oda nın kapılarını sonsuza kadar kilitlememek üzere açtım..
yani kadınım ben bu odada.. benim ..

2006 yılının ilk ayında sitemi ilk açtığımda çok daha karanlık, çok daha kimliksiz ve çok daha içine acı işlemiş kelimeler aktı hep.. yaşadığım dönem itibariyle öyleydi çünkü.. acı hakimdi tüm yaşamıma.. insanı olduğu yere mıhlayan keskin acılar..
geçen 2.5 yıl süresince bütün hayatım değişti.. kimi yazılarımla bunlara okuyanlar da tanıklık etti..
7.oda o zamanki karanlığına biraz aydınlık bulaştırdı zamanla :) içerisi loş bir konuma geldi.. çünkü bu süre içerisinde 2.oda boşaldı, kapandı. 4.odadan gitmesi gerekenler itinayla temizlendi..
Ve asıl önemlisi 7.oda nın pek çok misafiri oldu.. bazen 4.odayla 7.oda karışıyor bile hatta birbirine :)
Gelenler kendi ışıklarını da yanlarında getiriyorlar üstelik..


Ben gene zaman zaman koltuğumda büzülüp dışarı çıkmaktan korkarım.. zaman zaman ise gayet neşeli gelen misafirlerimle ilgilenir, film izler, kitap okurum.. müzik her daim yankılanır 7.odanın duvarlarında.. ve genelde bu böğürtü ve çığlıkların hakim olduğu şarkılardır.. ah rammstein ah rammstein :)

Şimdilik bu kadar sanırım anlatmak istediğim şeyler, itiraflar.. ve merak edilen cevaplar..

7.odanın duvarlarında genelde rammstein yankılanır evet ama.. sitemi ilk açınce benimle en özdeşleşen şarkı olarak Lullaby ı seçmiştim Yedinci Oda mı anlattığım yazımda..
Şimdi yine Lullaby diyorum.. ama bu kez Editors den..
Her ne kadar Cure un o ıslak kısık sesinin yerini tutamasa da.. bu da öyle tutkuyla dolduruyor içimi..

22 Mayıs 2008

Boş Ev


Filmin sessiz düşsel havasının içinde insan kendine sığınacak öyle çok alan buluyor ki..
bu yüzden filmin büyüsünden sıyrılamadan daha, bitiyor..
ve siz harika bir düş görmüş gibi kalıyorsunuz filmin ardından..
Tatlı bir düş..
Hani herkesin çok sevdiği bir tanımlama olan “ruh eşi”nin gerçekten olabileceğine inanıp, hatta kendiniz de bulmuş gibi gülümseyen bir yüz ifadesiyle..
Bir çok filmin sonunu beğenmeyen biri olarak sanırım en iyi sonlu filmler kategorisine en üst seviyelerden giriş yaptığını söyleyebilirim filmin benim açımdan..
Böyle büyüleyici bir filme böyle büyüleyici bir son..

Bin Jip..
sessiz ve düşsel bir şov..
çok az diyalogun ve sözler yerine fotoğrafların ve beden dilinin olduğu bir Kim Ki-Duk evrenindeyiz..
Kardeşimin teşvikiyle Uzakdoğu filmlerini izlemeye başlamıştım..
ki Güney Kore de en ilgi çeken ülkelerin başında geliyor..
bugün de Birinin önerisini dinleyip izledim Boş Evi..

hala etkisindeyim..
hala düşten sıyrılamadım..

Film gerçekten de öyle sessiz ki.. neredeyse son bölüme kadar sadece ara ara Natacha Atlas’ın “Gafsa” adlı şarkısı yırtıyor sessizliği…
yırtıyor mu yoksa o da düşselliğin içinde eriyip gidiyor mu bilinmez..

Filmin başlarında hiçliği hissediyor insan..
yaşamın önemsiz ayrıntıları gösteriliyor ve aynı olaylar sürekli yineleniyor..
daha sonra yüzeydeki “hiçliğin” ardında insanı aşan bir şeylerin varolduğunu hissediyorsun..

İlk önce genç adamı tanıyoruz.. boş bulduğu evlere giriyor ve bir geceliğine o eve ait oluyor. O evin bir yaşayanıymış gibi banyo yapıyor, tv izliyor, yemek yapıyor, yiyiyor, pijamalarını giyiyor, fotoğraf çekiyor, uyuyor.. evin gerçek sahiplerine teşekkür amacıyla da, evdeki bozuk aletleri tamir ediyor ve onların çamaşırlarını yıkıyor..
Ruhsal anlamda küçük bir çocuk gibi..
Başkalarının aracılığıyla yaşıyor, başkalarının arızalarını onarıyor, başkalarının kirlilerinin yıkıyor..
nelere sahip olduğunu bilmiyor ve bu sahip olduklarıyla neler yapabileceğini de..
Örneğin golf yeteneği.. bu onun kurtarıcısı da olabilir belası da.. nasıl kullanacağına bağlı..

Daha sonra kadını tanıyoruz.. genç adamın yine bir gün boş sanarak girdiği bir evde, kocasından dayak yemiş, sinmiş, ürkek, sessiz kadını..
adam her zamanki, her girdiği evde yaptıklarını yapıyor.. banyo yapıyor, yemek yiyiyor, teraziyi tamir ediyor, çamaşırları yıkıyor, fotoğraf çekiyor, golf oynuyor..
kadın sessizce hissettirmeden, kendi evindeki bu yabancı genç adamı izliyor.. ta ki gece oluncaya kadar..

Her gün bir başkasının evini ve yaşamını ödünç alan bu genç adam, kadının hayatına girmesiyle büyümeye başlıyor..

Aşk gibi..
Biraz da hayat gibi..
Hiç konuşmadan birbirileriyle nasıl iç içe geçtiklerini izliyoruz.. birbirlerine nasıl yaklaştıklarını, ürkekliklerini.. sarılışlarını..
Sessizce..
Usulca..

Ve son bölümde.. adam hapse giriyor..
demir parmaklıklar ardına..
orada bedeniyle ruhu arasındaki karşıtlığa son vermek ve ruhsal gelişimini tamamlamak için inzivaya ve fiziksel acıya mahkum ediyor..
Hapishanede dayak yedikçe, acı çektikçe daha da güçleniyor, güçlendikçe kendi ruhu üzerindeki hakimiyeti de artıyor..
Acımasız gardiyan bir öğretmen konumuna geçiyor onun için..
gardiyanın ona alay etmek için ve aşağılamak için söylediği her söz bir ders niteliğinde:
Dünyadan tamamen kaybolmak mı istiyorsun?
Gölgene dikkat et
İnsan aklını hesaba katmayı unutma.

Ve sonunda genç adam dünyaya eline çizdiği yeni bir gözle bakmaya başlıyor..
Ruhunu bedeninin hapishanesinden kurtardığında, bedeni de 4 duvar arasından kurtuluyor..

Diğer yandan bu süre içerisinde kadın da hapishanede sayılır..

kendi hapishanesinde (evinde) kendi zalim gardiyanıyla (kocası) bekliyor..
sessizce..
ama artık kocasının fiziksel şiddet göstereceği zamanlarda sessizce kalmayıp tepki göstererek..

Kadın , sevdiği adamın büyüyüp kendisiyle aynı düzeye gelmesini bekliyor..
ki zaten adam hapishanede büyüdükçe adımları kadınınkilere uyum sağlıyor..

Nihayet adam geldiğinde.. kadından ilk defa bir söz duyuyoruz filmde..
“seni seviyorum”
Filmin başında bir çığlık atıyor kadın.. bir daha hiç konuşmuyor..
Filmin sonunda ise bu cümleyle konuşmaya başlıyor..

Ben filmin sonunu defalarca izleyebilirim sanırım..


Kadının Ayna da sevdiği adamı görüp yüzünü okşama sahnesini..






Kollarını iki yana açarak, hiç geriye doğru bakmadan ve geri geri yürüyüp adamı duvarla kendi arasında sıkıştırdığı o muhteşem sahneyi..

Ve nihayetinde terazinin üstünde ikisinin ayaklarını görüp 0 kg. ı göstermesini..


bu film düşlerin ortasına geldi oturuverdi..
bir yağmur yürüyüşü gibi..
iki elle tutulan bir fincan içindeki hoş kokulu çay gibi..
zeytin ekmek gibi..

kadına uygulanan fiziksel şiddetin bir gün son bulması dileğimle..

(NATACHA ATLAS - GAFSA)

11 Mayıs 2008

Benim Adım Elisabeth..



WHITE LION - WHEN THE CHILDREN CRY

- Delileri seviyor musun ?
- Ne demek istiyorsun ?
- Gerçekten sever misin, yoksa iş için mi?
- Gerçekten severim. Hayatla başa çıkamıyorlar.
- Ben de seviyorum onları.
Kısa süren bir sessizlikten sonra Elisabeth yeniden konuşmaya başlar.
- Baba, sanırım ben de delireceğim.
- Neden böyle diyorsun?
- Ben de hayatla başa çıkamıyorum.
- Çünkü çok hassassın, her şeyden çok kolay etkileniyorsun. Hayal gücün çok geniş. Deli değilsin. Korkacak bir şey yok. Güven bana.

Bu konuşma, küçük Elisabeth ile Akıl Hastanesi müdürü olan babası arasında geçiyor..

Je M’appelle Elisabeth; herkesin, ailesinin bile Betty diye çağırdığı 10 yaşındaki bir kızın, “benim adım Elisabeth” diye haykırışının filmi..
Jean Pierre Ameris in, Anne Wiazemsky’nin romanından uyarladığı bu dram, bir büyüme, olgunlaşma, ve özgürlük öyküsü olsa da bana kazıdığı duygu, bir çocuğun yalnızlığı oldu..

2.Dünya Savaşı sonrası Fransa da geçiyor öykü..
anne ve babası boşanmak üzere olan küçük elisabeth’in tek arkadaşı ablasıdır.
Tek komşuları babasının müdürü olduğu akıl hastanesidir.
Ve dadısı da akıl hastanesinde yaşayan, hiç konuşmayan, zararsız bir kadındır..
Ablasının okumak için başka şehre gitmek üzere evden ayrılışı ile kendini yalnız hissetmeye başlayan küçük kız, annesinin de evi terk etmesiyle tamamen yalnızlığa gömülür..
evet babasının dediği gibi çok hassastır, her şeyden etkilenir..
anneannesinin aslında intihar ederek öldüğünü öğrendiğinde başlamıştır aslında büyüme süreci..
ablasız, annesiz, ve babasının bütün gün çalıştığı için orada olamadığı bir evde sessiz dadısıyla geçer günleri..

Öyle yalnızdır ki..
ve öyle mahsun bir ifade vardır ki hep yüzünde..
onun yalnızlığı boğazınıza oturur filmi izlerken..

Akıl hastanesinin duvarından kaçıp Betty nin bahçesine sığınan Yvon, Betty’nin tüm yalnızlığını doldurmaya başlar..
küçük kız ona barınak sağlar, her gün yiyecek taşır, kazak yastık battaniye kaçırır..
hiç konuşmayan bu gence küçük kız adını öğretir..
Betty..
günlerce ona Betty demesini öğretir..
bir gün annesiyle çıktığı alışverişte kendisine aldığı etekle birlikte artık büyüdüğüne karar veren küçük kız, soluğu sessiz arkadaşının yanında alır.
Mutlulukla dönerek artık ona büyüdüğünü anlatır..
ve ona artık Elisabeth demesini söyler..
o artık Elisabeth dir..
büyümüştür..

İntihar etmeyi düşündüğü, ailesine mektup yazdığı ve ablasıyla ikisinin fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi kırıp oradaki camı bileklerine dayadığı sahneler izlenmesi benim için epey zor sahnelerdi..

Benim Adım Elisabeth, ülkemizde gösterildi mi bilemiyorum..
sanırım geçen yıl ki İstanbul film festivalinde gösterilmişti..
ben kesinlikle çok beğendim filmi..
özellikle ebeveynlerin de izlemesi gerektiğini düşünüyorum..
çünkü gıcırdayan bir kapının bile küçük bir çocuğun gözünden nasıl göründüğünü anlatıyor..

Küçük hanımın hazırladığı bu muhteşem kartı (çizimlerden boyamalara her şey kendisine ait, karikatüre dikkat!!)
ve anneler günü hikayemizi 1.oda da anlatacağımdan dolayı buradan sadece


Tüm Annelerin Anneler Gününü kutluyorum.




İnsan kendini yalnızca yine insanda tanır.
demiş Goethe..



Bety kendini Yvon’da bulur.
Ve o artık Elisabeth’dir.

Evet filmin dediği gibi:
Bazı insanlar hayatınızı değiştirir !

6 Mayıs 2008

iki kişilik dans..


patti smith den china bird çalıyor..
dans etmek istediğini söylüyor..
oysa ben en son ne zaman dans ettiğimi bile hatırlamıyorum başka bir bedenle birlikte..
dokuz on yıl var gibi sanki..
ben tek başıma dans etmeyi biliyorum diyorum..
unuttum ötekini..
kollarını boynuma dolaman yeterli diyor..
ben belinde olurum..
çok kolay diyor..
bana hiç de kolay gelmiyor oysa..
ayaklarımı ne yapacağım ki..
boşver diyorum..
ben iki kişilik dansları beceremem..
hiç de kolay değil hem..

(PATTI SMITH - CHINA BIRD)