29 Şubat 2008


Gün hiç durmadan akardı geceye..
her akşam sesli sesli..
Kadın birikirdi kendine..
Sessizce Şubat gibi..

4 yıl geçti.. 29.adımı attı ay coşarak..
Yaşama çıkmıştı kadın saklandığı yerden..
Yılların sakladıklarını sunarak..

Yasladı sırtını kendinden iri bir gövdeye..
Hissetti kıvrımlarını elinde eldivenleriyle..
4 yıl biriktirmişti acılarını şubat..
Şimdi artık, artık yıldı..
kustu içindekileri, döndü yüzünü güneşe..

Sonra döndü yeniden kendine..
Dinledi sustuklarını içinde..
Saklanmalı mıydı yeniden yaşamdan..
Yoksa saklanmalı mıydı yaşama..
Yada saklamalı mı gerçekten yaşamı
Nasıl ??
Nerede??
Niye??

(DIDO - LIFE FOR RENT)

27 Şubat 2008

kefaret..


İzlemeyeceğim derken daha Cuma akşamı iş çıkışında Orhan’ın evinde buldum kendimi..
lost 4.4 ü izlemek için..
ne Ufuk un sağdan soldan spoiler atmasına, ne de Erol un kapımın altından divx atmasına bile fırsat vermeden önce, hepsinden önce ben izledim :)
bunları anlatacaktım aslında..
üstüne bir de Orhan’la Persepolis i izlemiştik..
of esprilerin arasında ne de güzel anlatıyordu pek çok şeyi..
uzun uzun anlatacaktım persepolisi.. marjene i..
daha pek çok şey anlatacaktım..


Ama bu akşam sinemaya gittik İlhan la..
uzun zamandır böyle sarsan bi film izlememiştim..
uzun zamandır hiç bi film böylesine sarsmamıştı beni..
atonementkefaret..
senaryo kusursuz ve şaşırtıcı, çekimler müthiş, oyunculuklar şahane, müzik deseniz resmen vurdu geçti..
ama ben bunların hiçbirisini detaylı inceleyip yazamayacak kadar sarsıldım şu an gerçekten..


bir başkaları yüzünden yaşanamayan aşklar..
yarım kalmış aşklar..
kavuşma umudu hiç bitmemiş aşklar..
savaşa gönderilmiş sevgili..
ve ölüm..
bunlar zaten beni her zaman çok fazla etkileyen temalardır..
hepsi birden aynı filmde olunca fazla geliyor insana..
aslında çok şey var söylemek istediğim..
ama susmalıyım da biraz tam bu yüzden..
Öyle ya bizim de bir savaşımız var şu an gün doğumuna yakın yerlerde..
ve oraya gönderilmiş aşklar..

Film öylesine sakin öylesine sessiz öylesine durgunca sarsıyor ki sizi..
bu yüzden tokat etkisi yaratmıyor insanda..
çarpmıyor yani..
sanki bir el tutuyor omuzlarınızdan ..
sanki biri gözlerinizin içinden yüreğinize bakıyor..
öylece kalıyorsunuz..
nefes almıyorsunuz..
Sonra serin suların bir kumsalda taşları ve kumları okşayışını hissedip gülümsüyorsunuz..
öyle ya kavuşuyor aşıklar..
yaralı ruhlar.. incinmiş yürekler.. bekleyen bedenler..
Huzurlu bir oh çektiğiniz anda ölüm giriyor devreye..
Ölüm..
her şeyin anlamını yitirdiği an..yer..
Savaş.. birinin kanını zehirliyor.. birini suların içine alıyor..


Bir askeri ne ayakta tutabilir ki gördüğü onca ölüm içinde..
sevdiği kadının onu bekliyor oluşu??
Bana geri dön diyen sevdiğinin, kulaklarından gitmeyen fısıltısı??
Gözlerinden gitmeyen hayali..
hep ıslak bakan gözleri..

Bir kadını böyle umutla kim bekletebilir ki kaldığı yerlerde..
geri döneceğim
Seni seveceğim
Seninle evleneceğim
Utanmadan yaşayacağım

diyen adam mı…

biri bekler sevdiği adamı
biri yaşayabilmek için son saniyelerinde bile “benim için geri dön” diyen bir kadın sesini tekrar eder durur içinde..

ama ölüm herkesi yener..



(FARID FARJAD - GOLHA)

16 Şubat 2008


Lost u bu sezon bitene kadar izlememeye karar verdim.
Sezon bitsin, tüm sezonun dvd lerini alıp aralıksız izleyeceğim bir haftasonu..
kesinlikle böyle yapacağım..
her hafta her hafta çekilir eziyet değil yahu !!

Dün gece 4.sezonun 3.bölümünü izledim de..
doğru ifade edecek kelimeleri bulamıyorum..
dizinin fanatik takipçisi olup da henüz 3.bölümü izlemeyenler olabileceği için bu bölüm hakkında bişi de anlatmak istemiyorum..
istemiyorum ama ..
bu sezon acayip bir sezon gerçekten..

2006 yılının kasım ayında tanışmıştım ben bu diziyle..
ve uykusuz işe gitmeler, uzun süre kendimi adada hissetmeler, bilmeceleri çözmekle uğraşmalar, ipuçları, kate, kate, kate... derken harika bir sürü sinema şöleni gibi 2 sezonu birden izlemiştim.. ardından 2007 yılında da 3.sezonu haftalık takip etmiştim..
hatta dizinin her bölümünü yazmaya da karar vermiştim..
ama işte iş güç falan ahahahaha:)

3.sezon haziran ayında bitmişti.
Ve şubata kadar geçen süre içerisinde epey de soğumuştuk aslında lost dan..
bir de tabi şu senaristlerin grevleri de; ne olacak, devam edecek mi etmeyecek mi, kaç sene, senede kaç bölüm.. gibi sürekli değişen cevapları da beraberinde getirince..
ve ben bir de sonbaharımı prison break dizisine ayırdığım için maykılın etkisinden kurtulup lost tan önceki yıllarda aldığım keyfi alabileceğimi sanmıyordum..

Amma velakin yazmış senaristler helal olsun..
fırtına gibi gidiyor resmen dizi bu sezon..
Ve sanırım şimdiye kadar ki en çok kafa karıştıran bölüm dün gece izlediğimdi !!!
2.bölüm ü de izleyince, ne oluyoruz yahu falan diye bir sürü soruyla boğuşurken şimdi 3.bölüm tüm bölümleri solladı !!!

Neyi nasıl düşüneceğini bile bilemiyor insan !!
nasıl yaniiiiiiii!! diyorsunuz içinizden..
sonra da has..r diye bitiyor içinizdeki cümle..
Evet evet bu sezonu bitirsinler alıp toplu izleyeceğim.
Her hafta lost la yaşamaya niyetim yok :)

(HAGGARD - LOST)

14 Şubat 2008


Daha önceki yolculuklarımda yalnız olduğum için orta bölümden normal sıralı koltukları tercih ederdim şu bizim hızlı feribotumuzda..
hani İstanbul Bursa arası 75 dk. dedikleri ama her zaman tam 90 dk. süren..

Şahane bişi bu hızlı feribotlar..
rahat sarsıntısız bir yolculuk yapmanın yanı sıra içeride –fiyatları çok pahalı olsa da- yiyecek içecek dergi kitap satışı olması da çok güzel..

Ne diyordum hıı bu kez yalnız yolculuk yapmadığımdan dolayı orta bölümden değil de arka bölümden masalı koltuklardan aldım biletlerimizi geçen haftaki İstanbul seyahatimde..
Ben, kızım, annem ve bir adet boş koltukla çok rahat ve keyifli bir yolculuktu açıkçası..
ama sadece 1 saat..
son yarım saat kesinlikle anlam veremediğim bir şekilde ilerledi..

Çıkış kapısının hemen yanındaki cam kenarı masası ve etrafı bizimdi..
17:40 da hareket ettik Mudanya dan..
çıkış kapısının önünde insanların birikmeye başlaması ise 18:40 da başladı..
annem bana “fatoş hazırlanmaya başla geldik” deyince birden kendime geldim..
“Yok anne ne gelmesi daha tam yarım saat var” dedim..
annem insanları gösterdi dibimizde birikmeye başlayan..
anlam veremedik..
şaşkın bakışlarla sürekli artan kalabalığa bakıyorduk..
“feribot normalden hızlı mı ilerledi acaba gerçekten geldik mi” falan diye düşünürek..
Hayır..
Ne feribot normalden hızlı ilerlemişti.. ne de biz İstanbula ulaşmıştık..
Ve yaklaşık 50 kişi kapının önünde tam yarım saat ayakta beklediler..
!?!?!?!?!?!?!?!??!?!?!?!?
bazılarının kucağında çocukları vardı..
en azından 60 yaşında teyzeler vardı..
ve herkesin valizleri..
bir sürü çocuk..
dibimizde.. gürültü.. anlamsızlık..
her şeyi sakinliği kitaplarımızı bırakıp yarım saat boyunca insanları izledik..

yarım saat sonra tam 19:10 da limana yanaştı feribot.. 10 dakika kadar da kapıların açılması beklendi.. ve inildi..

şimdiiii... ben bu işe hiç ama hiç anlam veremedim..
hayır o insanlara metroda otobüste falan 10 dakika ayakta yolculuk yaptıramazsınız şehir içinde..
neden .. neden yahu?? 40 dakika sırtında paltolarla elinde valizlerle çocuklarla neden ayakta beklenir?? İki dakika erken inebilmek için mi ??? yani başka hiçbir kazançları olmadı ??

biz şaşkınlığın yanında epey de rahatsız olduk bu durumdan..
insan kendini rahatsız hissediyor..
hemen yanıbaşınızda tepenizde dikilen yaşlı insanlar olunca; kalkıp yer vermek gerekiyormuş da vermiyormuşsunuz gibi garip bir huzursuzluk yaşıyorsunuz..
bir de kucağında 6-7 aylık bir çocuğu olan, elinde de 9-10 yaşlarında 2 çocuk olan, ayaklarının diplerinde de valizleri olan bir kadın gelip benim koltuğuma sırtıyla yaslanınca.. ve çocuk da saçlarımla oynamaya başlayınca tam oldu yani !?!?!?!?!?!?
yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz huzurlu keyifli sakin yolculuğumuzun bir anda havasızlık, gürültü ve anlamsızlık ve rahatsızlıkla kaplanması sonucu; walla içimden tek yükselen şey o kalabalığa doğru “manyak mısınızııızzz beee, gidip yerinize otursanızaa” diye bağırmaktı..
hayır masamızda meyvesuyu falan var mesela.. onu bile içemiyorsunuz, çocuklar yüzünüze sürekli bakıyor ..
of yani of..

kardeşime ulaşınca durumu üçümüz birden şaşkınlıkla anlatıp ondan bir cevap bekler gibi sorduk.. yani bi cevabı olmalıydı bu durumun.. kardeşim sadece “hiç bilmiyorum, ama hep böyle” dedi !!!!
ben dediğim gibi yalnız yolculuklarımda hep orta bölümü tercih ettiğimden hiç görmemişim..
bir daha kapı yanında koltuk almak mı……. Aslaaa…

bu yazımı da , öyle ayakta bekleyen insanlardan biri falan okuduysa lütfen ne düşündüğünü anlatsın.. ya da sebebini bilen biri :)

bu arada;
Sevgilisi olanın olmayanın,
Olup da yok gibi olanın,
Yok da var gibi olanın,
Olmayıp çok isteyenin,
Oluyo da noluyo diyenin,
Olduğu için çok mutlu olanın,
Olmadığı için çok mutlu olanın,
Onsuz olamayanın,
Onunla hiç olamayanın,
Herşeye rağmen yüreğinde her daim aşka kucak açanın
Sevgililer Günü kutlu olsun :)

(THE ORGAN - LOVE, LOVE, LOVE)